Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türkiye yalnızca bir yönetim biçimini değil, ekonomik kaderini de değiştirmeye karar verdi. Osmanlı’dan kalan ağır borç yükü, savaşın yıktığı üretim gücü ve sanayisiz bir mirasla yola çıkan genç Cumhuriyet, kısa sürede iktisadi bağımsızlık hedefini devlet politikası haline getirdi. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle barış içinde kalkınmayı amaçlayan yeni devlet, planlı üretim, sanayileşme ve yerli sermaye oluşturma hedefleriyle modern Türkiye ekonomisinin temelini attı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’nin karşısındaki tablo oldukça zorluydu. Osmanlı’nın son döneminde bozulan mali dengeler, yüksek savaş harcamaları ve dış borçlar, bütçeyi neredeyse işlemez hale getirmişti. İktisat tarihçisi Şevket Pamuk, “Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi” adlı eserinde, 1915’te 8 milyon Osmanlı lirası olan kâğıt para miktarının, 1918’de 161 milyona ulaştığını ve enflasyonun yüzde 2100’ü aştığını aktarıyor. Bu tablo, genç Cumhuriyet’in hem para istikrarını hem de üretim kapasitesini aynı anda inşa etmek zorunda olduğunu gösteriyordu.
Sanayisiz mirastan sanayi devrine
Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’nin sanayi altyapısı neredeyse yoktu. Ülke ekonomisi, tarım ve ithalata dayalı bir yapıya sahipti. Yeni yönetim, üretimi artırmak için devlet eliyle sanayi yatırımlarına yöneldi. 1920’lerin sonundan itibaren, şeker, dokuma, maden ve demir-çelik sektörlerinde kamu yatırımları yapıldı. Bu dönemde kurulan:
- Sümerbank,
- Etibank,
- Uşak ve Alpullu Şeker Fabrikaları,
- Demiryolu ve liman projeleri,
Cumhuriyet’in üretim odaklı sanayi politikasının simgeleri haline geldi.
Tarımda dönüşüm: Köylünün modernleşme çabası
Nüfusun büyük bölümü köylerde yaşarken, tarım geleneksel yöntemlerle sürdürülüyordu. Toprak sahipliği adaletsiz, üretim araçları yetersizdi. Bu dönemde Cumhuriyet yönetimi, modern tarım tekniklerinin yaygınlaştırılması, ziraat okullarının kurulması ve Ziraat Bankası kredilerinin artırılmasıyla kırsal kalkınmayı hedefledi. Amaç, köylüyü hem üretici hem de girişimci hale getirmekti. Tarımda atılan bu adımlar, 1930’lardan itibaren ülkenin gıda güvenliğini ve ihracat kapasitesini güçlendirdi.
İzmir İktisat Kongresi: Ekonomik vizyonun doğuşu
Cumhuriyet’in ekonomik vizyonu, 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi ile şekillendi. Bu kongre, “ekonomik bağımsızlık olmadan siyasal bağımsızlık da olmaz” anlayışının kurumsal karşılığıydı. Kongrede alınan kararlarla:
- Yerli üretim desteklenecek,
- Dış borçlanma sınırlanacak,
- Tasarruf teşvik edilecek,
- Devlet, özel sektörün gelişimine yön verecekti.
Bu anlayış, ilerleyen yıllarda devletçilik politikasına zemin hazırladı.
1929 Buhranı ve devletçilik modeline geçiş
1929’daki küresel ekonomik kriz, Türkiye’nin ekonomi politikasını yeniden şekillendirdi. Serbest piyasanın sınırları görülünce, Cumhuriyet yönetimi ekonomide planlı devletçilik modelini benimsedi. 1930’lu yıllarda hazırlanan Birinci ve İkinci Sanayi Planları, ekonomik kalkınmayı doğrudan devlet eliyle yönlendirdi. Bu planlar sayesinde:
- Yerli üretim kapasitesi arttı,
- Dışa bağımlılık azaldı,
- Sanayi ürünleri ülke genelinde yaygınlaştı.
Ekonomik kalkınmanın sembolleri: Demiryolu, fabrika, üretim
Cumhuriyet yönetimi, sanayileşme hamlesini desteklemek için ulaşım altyapısını da yeniden inşa etti. 1923’te sadece 4 bin kilometre olan demiryolu ağı, 1940’ta 10 bin kilometreyi geçti. Yeni hatlar, Anadolu’nun iç bölgelerinde üretimin pazarlara ulaşmasını sağladı. Sanayi tesisleri, sadece ekonomik değil, sosyal dönüşüm merkezleri haline geldi.
Ekonomik bağımsızlık, ulusal kimliğin parçası oldu
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ekonomik mücadele, yalnızca üretimle sınırlı değildi; bir zihniyet devrimiydi. Kalkınma, tasarruf, üretim ve planlama kavramları, ulusal kimliğin bir parçası haline geldi. Bu dönemde atılan adımlar, Türkiye’nin bugünkü ekonomik yapısının temel taşlarını oluşturdu. Bugün ülkenin ihracat kapasitesi, sanayi gücü ve üretim vizyonu, o dönemin planlı kalkınma anlayışına dayanıyor.